Şu anda Saving You, Villain Bölüm 13 açmış bulunmaktasın. AYATOON adlı seriyi AYATOON sitesinden güncel olarak okuyabilirsiniz. Bizi arkadaşlarınıza önermeyi unutmayınız..
Çevirmen: Mugen
Bunu yapamayacak mıyım? Hayır. Bunu yapabilirim. Kendime inanmam lazım. Elimle titreyen göğsüme vurduktan sonra derin bir nefes aldım.
On tane domates içeren sepete dikkatle baktıktan sonra, bir hevesle kaldırdım.
“Huff!”
Boynumdan yüzüme sıcaklık yükselirken, zayıf kollarım titredi. Sinirlerimin gittikçe kasıldığını hissedebiliyordum ama vaggeçmedim ve sepeti kaldırabildiğim kadar kaldırdım. İki kolumla birlikte tuttuğumda, yalnızca parmaklarımla tuttuğumdan daha dayanılabilir bir hale gelmişti.
“İşte. Yapabileceğimi biliyordum.”
İyi iş çıkardım be. Kas gücümün muhteşemliğinin tadını çıkarırken, etrafımda cıvıldayan bir serçeği hatırlatan bir kahkaha duydum.
Köydeki çocuklardan Sherry ile Tom’du. Kendilerince, domates dolu sepetler, taşıyarak, etrafta yavru köpecikleri gibi koşuşturuyorlardı.
“…..”
Hey, benim durumum….birazcık seviyesizmiş gibi hissettirdi ama hiçbir şeymiş gibi davrandım, eğer özsaygını yitirirsen sen kaybedersin.
“Liv!”
Örülmüş saçını sallayarak etrafta koşuşturan Sherry, bana doğru geldi ve önümde durdu. Nefes nefese kalmıştı.
“Sen de mi getir götür işi için geldin Sherry?”
“Evet! Ama sen neden yalnızsın Liv? Prens nerede?”
Sherry’nin bahsettiği bu korkunç lakabın sahibi Camian’dan başkası değildi.
“Hasat zamanı o yüzden çalışmaya gitti.”
Sherry’nin yüzü farkedilebilir bir şekilde karardı. Dudakları hayal kırıklığıyla büküldü.
“…..Prensi görebileceğimi düşünüpte iş için gelmiştim ama ben.”
“Hey! Neden Camian senin prensin oluyor?”
Bir yerde Tom yaklaştı ve Sherry’nin kafasından yakalayıp, alay ederek salladı.
“Saçıma dokunma! Hem neden umursuyorsun ki?”
Sherry sert bir şekilde cevap verdi ve Tom, Sherry’nin saçını bırakırken bir anlığına irkildi. Ama Tom çok güçlüydü ve daha da kırıcı sözlerle Sherry’nin midesini altüst etti.
“Camian, Liv’le evleneceğini söyledi. Annem de öyle dedi! Ve Dregg Bey de öyle söyledi!”
“Neden prensim Liv gibi bir zayıfla evleniyor ki? Liv’den on domates daha fazla kaldırabilirim! Değil mi Liv?!”
Sherry’nin şişen gözleri bana döndü. Bunu onaylamam mı yoksa reddetmem mi gerektiğine karar veremedim. Camian’la evlenmeyeceğim konusu doğru ama …..
“…. O kadar güçsüz değilim…..”
Özsaygım daha baskın geldi. Her gün egzersiz yapıyorum ve önemsiz gibi görünse dahi öncesine göre daha güçlüyüm.
Sherry ve Tom beni dinlemedi ve birbirleriyle kavga etmeye başladılar. Tom elini beline koyup, küçümseyerek kıkırdadı.
“Tam bir sulugözsün. Camian bu tarz kızlardan hoşlanmıyor.”
“Bu Liv için de geçerli mi?”
“Ben sulugöz değilim bile…”
Sherry kıyafetlerimden beni çekiştirdi. Bir anda bedenimin üst kısmı eğildi ve ağırlık merkezim bozuldu.
Ayak uçlarımla kendimi destekledim ve tutundum. Neyse ki yere sepeti düşürmek gibi büyük bir kazadan kaçınabilmeyi başarmıştım. Sepeti yere bıraktıktan sonra Sherry’e doğru eğildim.
“Liv sürekli Camian tarafından taşınıyor ama! Değil mi Liv!?”
“Çünkü beni sırtında taşımak istiyor….”
Ama yine benimz sözcüklerim onlar için bir şey ifade etmedi.
“Camian çok sıradan olduğundan kahverengi saçı sevmiyor bile?!”
“Liv’in saçı da kahverengi! Koyu kahve ve hatta benimkinden daha çirkin!”
Saniyeler içerisinde onurum tekrardan zedelenmişti. Küçüklerin arasındaki kavga bitecek gibi değildi ve eğer bunun gibi bir kavgaya kapılırsam güneş battıktan sonra anca eve varırdım. Derin bir nefes aldıktan sonra, birbirlerine bağıran ikisinin arasına daldım.
“Çocuklar, Camian için kavga etneyin. Sizler benim yaşıma geldiğinizde, Camian yaşlı….”
“Liv gitmiş!!”
İlgilenmeyebilirsiniz ama ben de bir insanım, yani üzülebiliyorum. Bu acı tadı onların kutlamalarına bıraktım ve domates sepetini kaldırdım. Küçük çocuklar bana görüşüz demeden anlamsız dalaşmalarına devam etme konusunda çok heyecanlılardı.
Eve doğru adım adım yürürken, arkadan yüksek bir ses duydum. Kavga ederken birden bire, çocuklar koşarken önümden gülerek geçtiler. Bir anlığına afallamış bir şekilde kalakaldım ve hızla geriye giden kçük figürlere baktım.
“….10 dakika önce ayrıldım oradan.”
Bu kahrolası beden, kahkaha attım ve tekrardan bacaklarımı yavaşça hareket ettirdim.
***
Eve geldiğimde, bedenim terden sırılsıklam olmuştu. Jack yemek yaparken, elinde tuttuğu kepçeyi fırlattı ve hızlıca domatesi almaya geldi.
“On tane mi! Niçin kendini yordun?”
Jack’in sorsunu cevaplayacak gücüm yoktu. Kanepenin üzerine kendimi attım ve biraz su içtim. Ağzımı ancak soluk soluğa kalmış bir halde sakinleşmeye çalışırken açabildim.
“Tüm bir hafta boyunca çalışmışım gibi hissediyorum.”
“Yıkan ve uzan. Akşam yemeği hazır olduğunda seni çağıracağım.”
Jazk’in tüm sabah dinlenmeden çalıştığını görmüştüm, iyiyim demek istesemde, o kadar yorulmuştum ki nazikçe reddedemedim bile.
“Sağol. Oh, çamaşırlar yığıldı mı yine? Öyle bırak. Yarın ben yaparım.”
“Çokta bir şey farketmez aslında çünkü Debra yemekten sonra kendisi yapacak.”
Jack terli sırtımı sıvazladı. Bu nezaket beni daha da küçülttü. Pişmanlığımı saklayamadım ve garipçe gülümsedim.
Banyo ettikten sonra, öyle bir yorgunluk çöktü ki üstüme, sadece kafamı koysam bilr uyuyabilecekmişim gibiydi. Uykulu gözlerimi kıstım ve terden ıslanmış kıyafetlerimi kaldırdım. Debra’nın odama gelip çamaşırları benim ev işi bile yapamayacağım bir yere taşıması imkansız gibiydi.
Merdivenlerden ilk kata doğru inerken, gözlerim Camian’ın odasının kapısına takılı kaldı. Onun için de çamaşır yıkama zamanı değil mi?
“Hazır yoldaykeni onu da benimle birlikte götüreyim.”
Kapıyı açtığım gibi titizlikle düzenlenmiş yatağı gördüm. Direkt yatağa atlayasım geldi. Hayır, sabırlı olalım. İlk olarak, çamaşırları aşağıya götürmem gerek. Sandalyenin arkasında asılı olan pijamalarını giysilerimin üzerine yığdım.
“Yıkanma zamanı değil mi?”
Burnumu onun kıyafetlerinin üzerine koydum ve kokladım. Camian’ın eşsiz beden kokusu burnumdan içeri girdi. Hiçbir parfüm sıkılmamış olmasına rağmen bile tuhaf bir şekilde güzel kokuyordu. Gıdıklayıcı, yazı anımsatan ferahlatıcı, serin bir koku. Yüzünün bu şekilde olması yetmezmiş gibi, insanları bir de kokusuyla etkilemeye çalışıyordu. Bağımlısı olmuşum gibi burnumu kıyafetlerinden çekemedim.
“Burada ne yapıyorsun?”
Tınlayan kısık ses bedenimi titretti. Camian açık kapının karşısında eğiliyordu. Kıyafetlerine burnum gömülmüş bir şekilde arkaya dönüp ona baktım.
….Kahretsin, bu küçük düşürücü.
Olabildiğim kadar doğal olayım. Yetenekli bir biçimde kıyafetlerine gömülü olan yüzümü kaldırdım.
“Neden kapıyı çalmadın?”
“Burası benim odam.”
“……”
Hızlıca ne söyleyebileceğimi düşünmedim ve sadece aptal gibi ağzımı sıktım. Doğal davranmak aptalca bir fikirdi…. Beni şu şwkilde gören herkes suçüstü yakalanmış bir suçlu sanardı.
Bezgince bana bakan Camian uzun adımlarla ilerledi. Farketmeden geriye doğru bir adım attım ama geriye gidemedim ve Camian elimden yakaladı.
“Nereye gittin diye meraklanıyordum ama bilmiyordum ki benim odamda sapıkça şeyler yapıyormuşsun.”
“Sapı-“
Yediğim bu kaba damgadan ürkmüştüm. Sapık derken! Çok sert olmadı mı sence de? Objektif bir şekilde düşünsem dahi, sadece sen uzaktayken birisi odana sızıyor ve kıyafetlerini kokluyorsa…. Yani tamam, bu beni sapık yapıyor.
Ağzımı kapadım ve yutkundum. Camian tişörtünün iki düğmesini açtı ve kollarından çıkardı.
“Hadi. Ben sana izin verirken koklayabilirsin.”
Kıyafetini açtı ve yaklaşan Camian’dan başımı çevirdim.
“….Senin çamaşır yıkama zamanın mı diye kontrol etmek amaçlı kokladım sadece.”
“Böyle bir şey için fazla tutkulu bir biçimde yüzünü gömmüştün ama.”
“….Sadece boşveremez misin?”
Camian güldü ve kollarımdan çamaşırları aldı.
“Onun yerine bugün uyuma.”
Kelimeleri kafamın içinden geçene kadar ne dedğini anlamamıştım, çoktan dolunay zamanı olmuştu. Günden güne, zaman hızlı geçmişti. Ayrıca hasat zamanıydı da, işlerin akışından zaman algımı yitirmişimdir.
“Otur. Tekrardan mı gideceksin? Akşam yemeği için gelmedin mi?”
“Rosalind Teyzenin evinde yiyeceğim. Oradaki işim daha bitmedi.”
“O zaman neden eve geldin?”
Camian parmak uçlarıyla hafifçe yanağını kaşıdı.
“Bir dakika dahi dinleneceksem, evde dinlenmek daha rahatlatıcı olur.”
Ve Camian çok meşguldü ama yine de eve uğramıştı, bir kez dahi oturamadan hemencicik ayrılmıştı.
Yatağına oturdum ve açık kapıya baktım.
“Buraya beni görmek adına geldiğini biliyorum. Ahmak.”
Yorum