I’m Not Doing This With A Friend Bölüm 13

Şu anda I’m Not Doing This With A Friend Bölüm 13 açmış bulunmaktasın. AYATOON adlı seriyi AYATOON sitesinden güncel olarak okuyabilirsiniz. Bizi arkadaşlarınıza önermeyi unutmayınız..

Çeviri: Liathra

Fjord’a şok olmuş bir şekilde baktım. O kadar şaşırmıştım ki, şoktan dolayı ağzımın açılmasını durdurmak imkansızda.

Fjord’un gözleri, yüz ifademi görünce büyüdü. Ardından tuttuğu torbayı bıraktı ve hemen ellerini salladı.

“Oh! Yanlış anlama Leen!”

“O zaman atmaktan kastın neydi?”

“Oh, şey, bunu çöpe atmak normal. Yani, şey gibi mesela….”

“Caon, Fjord her zaman mı böyle beş para etmez birisiydi?”

“Aynen öyleydi!”

Fjord, Carsion’un kısa ve net cevabıyla haykırdı. “Hey, neden sanki sen de öyle yapmamışsın gibi davranıyorsun? Sen de güzel olanları bile atmıyor muydun?”

“Leen’den gelmediği takdirde kabul etmiyorum hiçbirini.”

“Her şeyi berbat etmeden önce senin de benden pek bir farkın yoktu.”

Konuşmalarını dinledikten sonra kesin bir sonuca varabilmiştim sonunda.

“Yani, ikinizde her yıl aldığınız tonlarca kurabiyeyi çöpe mi attınız?”

Carsion’la Fjord çenelerini kapadılar.

“İnanılmaz…” Leen’in yüzü sertleşti.

Leen’in suratını gördükten sonra, ikisi de utanıp, bahaneler üretmeye başladılar.

“Ama kurabiyenin içerisine tuhaf şeyler koymuşta olabilirler. Ne yapabilirdim ki, Leen.”

“Ve bu riski göz önüne alsam bile, küflenmeden önce hepsini nasıl bitirebilirdim ki? Hem başkasına da veremezdim.”

Bunun arkasındaki nedenleri duyunca çokta haksız olmadıklarını anladım. Kurabiyelerin tuhaf bir malzemeyle yapılmadığının ne garantisi var ki.

Profesör Walter’in de dediği gibi dikkatli olmak gerekti. Ancak, bu yanlış anlamam çözülmüş olsa da, bir şeyler doğru hissettirmiyordu.

Nedenleri bu olmasa bile, herhangi bir suçluluk belirtisi olmadan yine de çöpe atabilirlermiş gibi hissediyorum.

İkisine de bu şekilde bir bakınca, çantamdaki bir diğer kurabiyeyi hatırladım.

Carsion’a kurabiye verdiğime göre, Fjord’un bana verdiği kurabiyeleri ona geri teslim etmem lazım. Çantamdan, Fjord’un bana verdiği güzelse paketlenmiş kutuyu çıkardım ve Fjord’a verdim.

“Al….”

“Huh? Niçin bana veriyorsun?” Hediye kutusunu verdiğim Fjord’un sesi titrek çıkmıştı.

Göz bebekleri şiddetle titredi. Carsion yerine ne diye ona verdiğimi merak ediyordu.

Carsion hızla bir elimdeki küçük kurabiye paketine bir de Fjord’un elindeki hediye kutusuna baktı.

Kim bakarsa baksın hediye kutusu çol daha pahalı duruyordu. Düşünmeden eline tutuşturmuştum ama şu şekilde ikisine de bakınca birden küçük bir oyun oynayasım geldi onlara. Sanki bir şey bilmiyormuşum gibi başımı kaldırdım.

“Niçin mi? Çünkü bugün kurabiye günü.”

Sakin bir tonla ortaya bombayı bıraktıktan sonra onların o komik suratlarını ardımda bırakıp odadan dışarı adım attım.

Yaptığım çok sorumsuzca bir tutumdu. Ardından daha kapanmamış kapının kulpunu tuttum ve ikisine doğru gülümsedim.

“Kurabiyeleri birlikte yiyebilirsiniz isterseniz. Ben lavaboya gidiyorum.”

Pat.

Odadan bir adım uzaklaşmışken kapı kapandı. Tam bir yürüyüşe çıkacaktım ki, kulüp odasında tuhaf şeyler oldu.

Daha beş adım dahş atamamışken büyük bir patlama sesi duyuldu.

Güm.

…huh? Ne oldu? Neden bir patlama sesi geldi?

Sırtımdan soğuk terler akmaya başladı. Şimdi hatırladım da, büyücülerin duygularını kontrol edemedikleri zaman büyü patlamasına neden olduğu söyleniyordu.

Gergince kapanmış kulüp odasının kapısına baktım. Kulüp odasının kapısını açıp, içeride ne olduğunu kontrol bile edemedim.

“Haha, duymadım görmedim bilmiyorum.”

Kısa bir yürüyüşün ardından yurda giden koridorda koşmaya başladım.

Arena Akademi’de bitki tedavisi bölümünü okuyordum.

Bitkiler, nasıl ve neyle birleştiklerine göre ilaç veya zehir olabilen çift taraflı bir kılıç gibidir.

Birisini kurtarabilmek ya da öldürebilmek ne kadar havalı bir şey. Mükemmel bir otacı olan annem sağ olsun, küçüklüğümden beri tıbbi otlarla büyüdüm.

Ebeveynlerim bilinmeyen bir hastalığa yakalandıklarında şifalı otlara olan ilgim zirve yapmıştı. Bir şekilde yaşamak istiyordum, o yüzden şifali otlara iyice daldım.

Ancak yine de, kurtarmak istediğim kişi şu anda bu dünyada değil. Kimi öldürmek istediğimi de bilmiyorum.

Şifalı otlarla umutsuzca gerçekleştirmek istediğim şeyler gerçekleşmedi. Ama yine de bitkileri seviyorum. Adı çıkmış Arena Akademisi’nin giriş sınavını geçebilmiş olmam bitkilerdeki bilgim sayesindeydi.

Giriş sınavının aksine, yatay geçiş sınavı %70 ana dersleri ve %30 da geriye kalan dersleri yansıtıyordu.

Diğer dersleri bilmem ama bitkilerdeki bilgim rakip tanımazdı.

Tabi bu çalışmadığım anlamına gelmiyor. Aksine teyzemin eğitim aşkı sayesinde güzelce çalışıyorum.

Yani sadece bu top noktayı almam için yeterli değil. Mesela, Carsion büyü alanında ve Fjord da silahşörlükte ustalaştı.

Jane de kostüm tasarlama departmanında. Yani yakın olduğum insanların hiçbiriyle aynı alanda değilim.

Peki bu ne demek oluyor? Demek oluyor ki, alan derslerini yalnız başıma almam gerekiyor. Ki bu da derslerin yarısı demek.

“…O yüzden tek başınıza yapmanız tehlikeli, grup projesi şeklinde yapacağız o yüzden.”

Düşüncelere dalmış pencereden dışarı bakıyordum ve ardından ‘grup projesi’ sözüyle afallayıp Profesör George’ye baktım.

Grup projesi? Nerden çıktı şimdi bu birden bire?

“Gruplaşırken, yoklamadaki numaranıza göre dörtlü gruplar oluşturun. 16 kişi için gayet iyi.”

Çok fazla öğrenci olmadığından Profesör George tek bitki uzmanıydı. Diğer sınıflarla birlikte ders almak zorundaydık.

Böyle bir bitki uzmanı olan Profesör George, boş sözlerin bile görmezden gelinemeyeceği etkisine sahipti.

Büyük gözler. Bakımsız, darmadağınık saçları ve her zaman yüzünde bir memnuniyetsizlik var. Ayrıca kişiliği eksantrik olmasıyla ünlüydü. Ama Profesör George’yi seviyordum.

Sinirli olduğu doğruydu ama şaşırtıcı bir şekilde eğitim konusunda tutkuluydu. Bulduğu bilgileri paylaşma konusunda hiçbir tereddütü yoktu.

Parayla bile alınması zor olacak çok fazla değerli bilgiye sahip olsa dahi.

Neyse ki, diğer öğrenciler bu gerçeğin farkında değil gbi görünüyorlardı. Ancak Profesör George’yi sevmem, verdiği grup projesinden memnun olduğum anlamına gelmez.

Aslında daha önce hiç bir grup projesinde bulunmamıştım.

O yüzden yüksek tansiyondan bu dünyadan kaçtığım geleceği tahmin etmek zor değil.

Derin bir iç çekişle aynı grupta olduğum üyelere baktım. Ne yazık ki üçü de sınıf arkadaşlarımdan değildi.

Profesör Geroge’nin bu seferki ödevi akademinin çevresinden on çeşit şifalı ot toplamaktı.

‘Akademinin çevresi demek, akademinin arkasındaki dağı tırmanmak demekti.

Ve son verdiği ödev ise topladığımız bitkilerin görünüşü, yararı ve kullanış biçimi hakkında mini sözlük yapmaktı. Gruptaki kimse ağzını açmadı. Uzun bir süre geçti ve sessizliğe katlanamayınca dikkatle ağzımı açtım.

“Lider… kim lider olmak ister?”

O anda dördümüz arasında nefes kesici bir bakışma anı oldu.

Birbirlerine yapmak istemedikleri bir şey için başkasının gönüllü olmasını umarak sessizce ve aceleyle baktılar.

Kurbanlar…. Hayır gönüllü olmayınca kimse, lider olmak istemeyince merdiven çizmeye karar verdik.
(Çn:merdiven çizmek, tekerlemeyle seçme yapmak gibi bir şey. Merdiven çizip, basamakların üzerine isimler yazılarak oluyor bu da.)

Gruptaki iki öğrenci giderken, kız öğrencilerden bir tanesi omzuma dokundu. Sanki gizli bir şey söylüyormuş gibi fısıldadı.

“Sana grup projesinden alakasız bir şey sormak istiyorum.”

“….?”

“Carsion’un seni sevdiği dedikodusu doğru mu?”

Duymamla kaşlarımı çatmam bir oldu. Carsion’la karşı karşıya gelmem genellikle kulüp zamanıyla kısıtlı oluyordu. Onun benden hoşlandığı gibi bir dedikodunun olması imkansız bir şeydi.

Ama bunu nerden duydu? Böyle rivayetler yayılıyor galiba ortalıkta.

“Hayır, beni sevmiyor.”

Onun bu açık sorusuna olan cevabımla, üzerimde baştan aşağı bir göz gezdirdi. Beni bir değerlendiriyor gibiydi. Neden bahsettiğini anlayabilmek adına kalabildiğim kadar sessiz kaldım.

Bir süre sonra, mırıldandı. ‘İyi bari,’ ama tam iyi duyamadım. Ardından hafifçe güldü ve ne düşündüğünü söyledi.

“Pfft…Yani, doğru.”

Bariz bir şekilde alay ediyordu. Üzülmüş falan değildim. Arkamdan iş çeviriyor gibi süzmesi beni yargılıyor gibiydi.

Ama bir yönden de benle Carsion’u kıyaslayıp böyle bir sonuca ulaşmak normaldı.

Yani eğer ki bizi kıyaslamak zorundalarsa. Karizma olarak, yetenek olarak, aile olarak bir kıyaslama yaparsak Carsion’un daha üstün olduğu da bir gerçek.

Kişiliği bile saf ve temiz. Rastgele bir yerlerden çıkagelmiş benim aksime.

Onursuz bir insan olduğu sanmıyorum… Hayır, hiçbir zaman özgüveni düşük biri olmadım. Yalnızca gerçekçi oluyorum.

Dürüst olmak gerekirse, kiminle kıyaslanırsa kıyaslansun Carsion kesinlikle her şeyde daha üstün.

‘O, o kadar mükemmel birisi.’

“Ve tamamdır! Millet teker teker bir sayı alın!”

Diğer üye merdivenin tamamlandığını söylediğinde, ona katlanamadığımdan gözlerimi ondan çektim.

Birisinin beni baştan aşağı yargılamasına katlanmakta iyi değilim çünkü.

“Şu günlerde büyüler çok gelişti, öyle ki bir patatesin konuştuğunu bile görebiliyorum….”

“Ne? Ne dedin az önce sen! Yüzüm patatese benzemiyor bir kere!”

‘Ah yanlış anladın. Yüzünden bahsetmiyorum ben, doğru düzgün çalışamayan boş beyninden bahsediyorum ben.’

Sinirle ciyaklamasını görmezden gelerek ilk basamağı seçtim.

“Bu iyi gibi duruyor.”

“Tamam o zaman ilk sen gidiyorsun.”

Merdivendeki ilk basamağı seçen ismi Hans olan çocuk benim seçtiğim basamağı çizmeye başladı.

Tuhaf bir şarkıyı mırıldanıyordu. “Takip et beni, takip, takip↘, takip et↗, takip, takip↘, takip et↗.”

“Ya sen beni duymuyor musun?”

Yanı başımda tuhaf hareketler sergileyen bir patates vardı, ama sandığımın aksine diğerleri de benim gibi ilgili değillerdi.

Konuşan patateslerin olağan bir şey olduğunu zannetmiyorum. Çağdaş insan dedikleri cidden böyle bir şey mi yani? …..huh?

Saçma sapan şeyleri düşünürken Hans’ın elininin vardığı yerdeki yazıyı gördüğümde kaskatı kesildim.

Ah!! Şansımı seveyim!

tags: , ,

Yorum

Bölüm 13
ankara escort
madridbet giriş meritking giriş meritking madridbet
denemebonusuverensiteler.best
deneme bonusu
erotik film izle
deneme bonusu veren siteler canlı casino siteleri casino
deneme bonusu veren siteler
casino siteleri